Sanal müzemiz 24 saat açıktır

Göbeklitepe: The Gathering Sergisi

Siegfried Kracauer bir tarihçi değil. Tarih: Sondan Bir Önceki Şeyler kitabında da tarih felsefesi, yöntemi gibi duyarlıkları tatmindense bir tartışma yürütmeyi tercih eder. Tarihi, fotoğrafa benzer bir konum üzerinden değerlendirir. Fotoğraf ona göre saf bir sanat değildir. Tarih de saf bir bilim değildir. Çünkü bir ara bölgeye aittir. Burada kastedilen tarihçinin zorunlu olarak öznelliğini araştırma konusuna dâhil edecek olmasıdır. Malzemesine nesnel yaklaşması beklenen tarihçi kendi kişiliğini silemeyeceğinden öznelliği hep bir yerden kendini hissettirecektir. Bundan dolayı tarihçinin kişiliği ve araştırma konusuna mesafesi her zaman bir gerilim konusu olacaktır.

Şu aralar CerModern’de Göbeklitepe: The Gathering başlıklı bir sergi düzenleniyor ve 31 Aralık 2019’a kadar da sergi izlenebilecek. Ziyaretçilerin Göbeklitepe’de sıradan bir güne davet edildiği dijital sergi dört bölümden ve çeşitli sahnelerden oluşuyor. Sergi bölümleri tanıtım metninde de belirtildiği gibi Göbeklitepe’yi var eden insanların organizasyon ve hayal gücünü yansıtmaya ve yorumlamaya dayanıyor. Doğayla bütünleşik olduğu izlenimi yaratılıp, ateş yakarak, yıldızların, gök gürültüsünün ya da yağmurun altında yaşadığı imasında bulunulan uzak atalarımızın söylendiği gibi sıradan bir günündense yaşamından çeşitli sahnelerin anlatılmaya çalışıldığı daha olası duruyor.

Göbeklitepe bir kült mekânı. Bu mekân çeşitli katmanlara, bu katmanlar da çeşitli tarihlere temelleniyor. Yapının mimari ve malzeme çeşitliliğine bakarak burada tören düzenleyen insanların tek bir gruptan ibaret olmadığı, bölgedeki göçebe topluluklar için bir kült merkezi niteliğini taşıdığı söyleniyor. Bulunan kemikler neticesinde törenlerinde hayvan kurban etmiş olabilecekleri dile getiriliyor. Dolayısıyla insanların buraya, Göbeklitepe’ye tören düzenlemek için geldiği bilinmektedir. Bu kült mekânına ritüellerini gerçekleştirmek için gelen kişilerin maddi, dünyevi sorgulamalardan uzak olduğu düşünülebilir. Uzak atalarımız böyle bir sorgulama yapıyor olabilirler ancak bunu kendilerini bir hakikatin parçası hissettikleri yerde yapmalarını düşündürten nedir? Bunları söylüyorum çünkü sergide, buraya nereden geldik, gündüz tek gece birçok ışığın olmasının gerekçesi nedir gibi, Göbeklitepe’de tören düzenleyen insanlara fikirler serdederek sorular sordurulmakta. Bir de bu soruların oradaki insanlardansa sergiyi düzenleyenlerin soruları olduğu gizlenememekte. Aslında bu da kabahat değil, kabahat soruların, fikrin niteliğinde daha çok. İnançlı birisinin yani hakikati bulduğunu düşünen bir kişinin kendi tören mekânında maddi dünyaya yönelik sorular sorması kötü bir senaryolaştırma mı sayılmalı acaba? Üstelik bir gizemin keşfi iddiasıyla düzenlenen sergide, gizemin sadece maddi dünyanın keşfi zaviyesinden değerlendirilmesi, bunu da bir kült merkezinin anlatısı sırasında yapmak beklenmedik bir vurguya pay bırakılmasını gerektiriyor.

Kracauer tarihçinin başta söylediğimiz problemini aşması için ona sürgün ve evsiz konumunu uygun görür: “Tarihçi ilgilendiği malzemeyle ancak bu kendi kendini silme veya evsizlik durumunda konuşabilir. Kaynakların hissettirdiği dünyanın yabancısı olarak o dünyanın dış görünüşlerine nüfuz ederek onu içerden anlamayı öğrenme göreviyle –sürgünün görevidir bu- karşı karşıyadır.”[1] Gerçekçi bir kurguyla, bir gizemi açma, keşfetme iddiasıyla düzenlenen sergiyi düzenleyenlerin ilgilendiği malzemeyle kendileri olarak, tüm öznellikleriyle karşılaşması, bir toplumu, dönemi, insanı içerden öğrenmeye zahmet etmemeleri Kracauer’in sürgününün tam tersi bir yaklaşım gibi duruyor. Göbeklitepe’deki insanı anlamaya çabaladığını söyleyen, bu güdüyle hareket eden kişilerin kendi yargılarının bu barizlikte hissedilmesi, üç boyutluluk, ışık ve ses kullanımı gibi teknik enstrümanlarla içerikten daha çok ilgilendikleri izlenimi yaratıyor.

Sergide bir kaidenin üzerinde el izlerinin bulunduğu bir bölüm yer almakta örneğin. Sayısını hatırlamıyorum ama ne kadar el izi varsa, ziyaretçiler buna dokunduğu anda Göbeklitepe’deki hikâye yeniden izlenir oluyor. Buradan sanırım elbirliği yapmak gibi açık göstermeci bir göndermede bulunulmak istenmiş. Ziyaretçileri Göbeklitepe’deki yaşama çağırma iddiasındaki sergi onların Göbeklitepe gibi bir yer kurmalarını belli ki işbirliğine bağlamaya hevesli. Peki, insanlık tarihinin hangi yapısı, mücadelesi ya da kuruluşu için işbirliği yapmanın dışında bir şeyden söz edilebilir? Serginin en büyük problemi bu: Bağlamdan yoksun olmak ve zorunlu olarak bir genellemeyi çağırmak. Göbeklitepe için işbirliği önemliyken, diğer yakın tarihli yapıların inşasında yine aynı durumun öneminden bahsedemez miyiz? Şüphesiz bahsederiz. O halde Göbeklitepe’nin özgüllüğünün ya da onu anlatmaya değer kılan şeylerin ıskalandığı, Göbeklitepe’nin paranteze alınarak binlerce yıl önce inşa edilmiş diğer mekânlardan hiçbir farkının olmadığı sonucuna kaçınılmaz şekilde teslim oluruz. Öyleyse buradaki, Göbeklitepe’deki failliğin –belki de- yapılan vurgularla önemsizleştiği bir anlatıya, Göbeklitepe isminin verilmesi gizemin kendisi diyebiliriz. “Tarihçinin çalıştığı genellik düzeyi ne kadar yüksekse tarihsel gerçeklik o kadar incelir.”[2]

 

[1] Siegfried Kracauer, Tarih: Sondan Bir Önceki Şeyler. Çev.: Tuncay Birkan. (İstanbul: Metis Yayınları, 2014), s. 104.

[2] Age, s. 138.

Mehmet Özgür Kızılkaya