Yort Kitap 2019’un kasım ayında Eskişehir’de faaliyete başlamış bir yayınevidir. Güncel düşünce, mimarlık ve edebiyat gibi çeşitli alanlarda kitap basmayı tercih eden, daha çok çeviri kitap yayınlayan Yort Kitap, kimi kitaplarını sitelerinden açık erişime de sunmaktadır. Bu yazının hazırlandığı döneme kadar toplam yedi kitap yayınlamışlardır. Bastıkları kitapların buralı okurun çok karşılaşmadığı, aşina olmadığı metinlerden, hatta ağırlıklı olarak tanımadığı alanlardan olduğu söylenebilir. Çok değinilmemiş, kurcalanmamış, bilinmeyen metinlerin özenli çevirilerle, nitelikli baskılarla okura kazandırılması kendi başına bile sevindirici bir haberken, bu süreçte yayınevine BirKültür olarak katkı sağlamış, destek vermiş olmak sevincimizi daha da artırmaktadır. Bu vesileyle Yort Kitap’ın birkaç kitabını ele alacağımız bir seri başlatıyor ve bu seride ilk olarak Georges Rodenbach’ın 1892 yılında yazılan, Roza Hakmen tarafından Türkçeye çevrilen Ölü Brugge romanına göz atıyoruz.
Ölü Brugge, karısının ölümünden sonra Brugge’e yerleşmiş Hugues Viane’ın yasını, ruhsal yorgunluğunu, kayba razı gelmeyişini nihayet yıkımını anlatır. Eşi öleli ve Hugues Brugge’e yerleşeli beş yıl olmuştur. Mateme en uygun, hareketsiz, sessiz, ölü bir şehir olduğu zehabıyla, hayata ancak bu şehirde katlanabileceğini düşündüğünden buraya yerleşir. Şehir romanda fonda yer almaz, kendi çehresi –metin ve fotoğrafla- etkili biçimde kurulur. Rıhtımın, tiyatronun, kilisenin, köprülerin bir karakteri vardır. Hugues’in her akşamüstü gezmesinde bu karakterler hafifliği, ciddiyeti ya da sakinliğiyle onun karşısına çıkar. Ancak yazar Georges Rodenbach bir bütün olarak kente odaklanmamıza yarayacak kesitlerden kaçınır ve kenti bütün varoluşuyla karşımıza çıkarmaz. Çünkü önemli olan Brugge değil, Hugues’in yarattığı Ölü Brugge’dür. Dolayısıyla yazarın sunduğu topografya coğrafi olmaktan çok duygusal referanslara sahiptir. Mekânın coğrafi ya da estetik algısı değil duygusal koordinatları kıymetlidir. Hugues, kilisenin, tiyatronun, bir caddenin, ışığı yanan bir evin kendisindense ilettiği duygusuyla ilgilenmeye daha yatkındır. Bundan dolayı Hugues, şehrin kendi çerçevelemesine göre kendini etkilemesine, yönlendirmesine izin verir. Bu durumda şehir belki tuzak bile kurar: Hugues her zamanki güzergâhını, rıhtım ve kanal boyunda yürüyüş rutinini değiştirdiği ilk anda karısına ikizi kadar benzediği sanısına kapıldığı Jane ile karşılaşır. O sırada bir oyunda görev alan bir oyuncudur Jane, geçici olarak Brugge’dedir. Hugues onu takip ettiğinde oyuncu olduğunu görür ve kendisi de ona bir rol verir. Hayatını kaybeden eşinin yansımasıdır Jane artık. Eşine ne derece benzeyeceği yönetmenin maharetine kalmıştır. Hugues, Jane’den saçlarını sarıya boyamasını, zamanla eski eşinin elbiselerini giymesini ister. Bunlar bir dereceye kadar müteveffa eşine benzetir Jane’i. Ancak eşinin en belirgin özelliği ölü olmasıdır.
Romanda metne eşlik ediyor gibi gözükse de bağımsız bir tür olarak, metinle arasında hiyerarşi kurmaksızın fotoğraflar kullanılır ve yansımalar en bariz biçimde onlarda görülür. Kıyıdaki tüm yapıların gölgesi nehre düşer. Nehirde ne kadar akıntı olursa olsun yansımalar, belki günün hep aynı saatinde dışarı çıkıldığından, hareketsizliği çağrıştırır. Her şey ölümü yansıtmalıdır. Şehir, duygular ve eş değişmez bir yansımaya sahip gibidir. Ölü Brugge’de yaşam sevincine, canlılığa yer yoktur; şehrin bir parçası olabilmek ancak ölü olabilmekle mümkündür. Çünkü şehri kuran adam hayata ancak burasını koca bir mezarlığa benzetebilirse tahammül edebilmektedir.