Bireylerin ekonomik davranışları kimi ya da çoğu durumda devlet tarafından belirlenir. Büyüme ve yatırım temelli bir ekonomik düzeni önemseyen bir devlet vatandaşlardan tüketmesini, borçlanmasını bekleyebilir. Örneğin böyle bir durumda devlet faizleri düşük tutarak, birikimi değil harcama yapmayı, kredi çekmeyi teşvik eder. Bu sayede insanlar içinde bulundukları koşula güvenerek borçlanıp yatırım yapabilir ve sonrasında bu borçlarını karşılayabilir. İşlerin tersine döndüğü, borcun ödenemediği, yatırımların karşılık bulmadığı hallerde paranın değeri azalır, enflasyon artar ve nihayetinde faizler yükselir ve bu da yatırımlardansa birikimin -mecburiyetten- benimsendiği bir ortamı baskın hale getirir.
Devletlerin tüm ekonomik düzeni planlaması ya da bu alanda mutlak güce sahip olması şüphesiz mümkün değildir. Ekonomi birçok aktörün birbirlerine beklenti ve çıkarlarını dayattıkları, zaman zaman birinin diğerini galebe çaldığı, doğruların ya da yönelimlerin sık sık değiştiği bir sahadır ve devletler de bir oyuncu olarak bu sahanın bir kısmında yer almaktadır. Bu doğrultuda oyunun nasıl oynanacağını belirleyen değil, istediği, çıkarlarının gerektirdiği biçimde oyunu oynamaya gayret gösteren aktörlerden biri olarak devlet, vatandaşlara aynı rolü, pozisyonu paylaşmayı teklif eder. Etkili bir oyuncudan gelen bu teklif dönemin ekonomik karakterine karşılık gelir ve bireyler bu karakter tarafından belirlenebilen varlıklara dönüşebilir. Bu karakterin dışında yer almak isteyecek bireyler olacağından kesinlik içeren nitelemelerden kaçınılmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluş dönemi ekonomisi önemli sorunlarla mücadele etmek zorunda kalınarak belirlendi. Üretim çok sınırlıydı, toplum sermayeden yoksundu ve tedavülde olan para 1927 yılına kadar Osmanlı’dan intikal etmişti. Paranın ülke içinde kalması ve bunun için ithal edilen mallara rağbet edilmemesi gerekiyordu ama bu ithal malları ikame edecek yerli ürünlerden söz etmek zordu. Bundan dolayı iki şey yapıldı, ilki üretimin çeşitlenmesi için ciddi bir atılım ve ikincisi tasarruf teşviki. Üretim çeşitlendikçe insanlar yerli mallara yönlendirilecek ve aşırı harcama yapmamaları tembihlenecekti. Bu açıdan dönemin ekonomik karakterini üretim ve tasarrufun oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu karakterin ilk ortaya çıktığı zamanda, İzmir İktisat Kongresi açılışında Mustafa Kemal ekonomi görüşlerini kitlelere nasıl aksettirebileceklerini şu şekilde ifade eder:
“Arkadaşlar, bence yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları iktisad programından çıkmalıdır. Çünkü demin dediğim gibi her şey bunun içinde mündemiçtir. Binaenaleyh evlâtlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, âlemi ticaret, ziraat ve sanatte ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programımız gerek iptidai tahsilde gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler, bu noktai nazara göre olmalıdır.”[1]
Cumhuriyetin kurumsallaşmasıyla ve 1929 dünya ekonomik buhranının kendini hissettirmesiyle birlikte yerli mallar ve tasarruf meselesi üzerine daha fazla düşülmeye başlanır. Tasarrufu yaygınlaştırmak için yetişkinlere tasarruf hesapları açmaları, çocuklaraysa kumbara kullanmaları önerilir. İlk kumbaralar 1928 yılında İş Bankası tarafından üretilip dağıtılır. Kumbaraların yaygınlaştırılması faaliyetlerinde görüldüğü üzere hedefe sadece çocuklar konulmaz, toplumun tümü kumbara kullanmaya, olmazsa da mantığını benimsemeye çağırılır.
İş Bankası’nın ardından Ziraat Bankası, Türk Ticaret Bankası gibi bankalar kumbara üretmeye ve müşterilerine dağıtmaya başlar. Kumbaralara ilgi çoğaldıkça bankalar ilk çıkardıkları cüzdan tipi kumbaraları çeşitlemeye yönelir. Kitap, ev, radyo tipi kumbaralar bu anlayışın devamı olarak üretilir. Gazetelerde sıklıkla kumbaralara yönelik tembihleyici sloganlara ve basit çağrışımlara dayalı reklamlar yayınlanır.
Tüm bu çalışmalar toplumun bu çabaya karşılık vermesine yaramıştır. Ekonomi Bakanı Celal Bayar Aralık 1934’te, tasarruf haftası sırasında bu durumu sevinçle şu şekilde duyurur: “1923’te üç milyondan ibaret olan milli tasarruf hesaplarının yekunu 1933 sonunda yetmiş üç milyona çıkmıştır.”[2] Tasarruf konusunda kumbaralar ve banka hesaplarıyla ciddi bir sıçrama yaşansa da mesele sadece bunlar üzerinden gelişmez. 12 Aralık 1929 tarihinde yerli malı ve tasarruf konusunda konuşma yapan İsmet İnönü vesilesiyle ve 18 Aralık 1929 yılında Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulması dolayısıyla 12-18 Aralık tarihleri artık yerli malı haftası olarak kutlanır.
Bu yarı resmi kuruluş amaçlarını dört maddeyle tarif eder: a) Halkı israfla mücadeleye, hesaplı, tutumlu yaşamaya ve tasarrufa alıştırmak b) Yerli mallarımızı tanıtmak, sevdirmek ve kullandırmak c) Yerli malların miktarını çoğaltmaya, cinslerini metanet, zerafet, nefaset ve sair evsafı itibarıyla yabancı mümasil mallar derecesine getirmeye ve fiyatlarını ucuzlatmaya çalışmak d) Yerli mallarımızın sürümünü artırmak suretiyle milletin iyi yaşamasını temin etmek.[3]
Hızla ülkenin birçok yerinde şube açan bu teşkilat, sanayi sergileri, eğitici toplantılar düzenleyerek halka yerli malı kullanmanın, tasarrufun önemi gibi konularda bilgi veriyor, gerçekleştirilen sergilerle yerli malını tanıtıyordu. İlki bu teşkilatın kuruluş aşamasındayken gerçekleşmiş İstanbul’da düzenlenen Yerli Mallar Sergisi de bunlardan birisidir.
1929 yılından 1939’a kadar on bir kez düzenlenmiş sergilerde İstanbul’da üretilen ürünler öncelikli olmakla birlikte tüm Türkiye’den endüstri ürünleri yer almıştır. Daha uygun bir yer bulunamadığından, bazen yeterli gelmese de bir sergi hariç tümü Galatasaray Lisesi’nde düzenlenmiştir.
İlk yıllarda bu sergilere üretici, halk ve devlet çok önem vermiş, üreticiler mallarını pazarlayacak ve tanıtacak bir saha buldukları için fazlasıyla memnun olmuştur. Halkın da bu sergilere indirimli satış yapılması ve eşantiyon ürün dağıtılmasından dolayı ilgisi hep yüksek olmuştur ancak zamanla devlet ricalinin sergilere bağlılığı azalmıştır. Serginin başladığı ilk yıllarda salonları dolduramayan firmaların artık kendilerine ait salonlarının oluşu da bu etkinliğin amacına ulaştığı ve sergiye ihtiyacın ortadan kalktığı sonucuna varılmasına neden olmuştur. Atatürk’ün ölümünün ardından bir kez daha düzenlenen sergi 1939 yılından sonra düzenlenmemiştir.
Yerli Mallar Sergileri sadece ekonomi tarihi açısından değil, sergicilik ya da daha doğru ifadeyle fuarcılık tarihimizde de önemli bir yere sahiptir. Vedat Ömer’in, Arif Dino ve İsmail Hakkı Oygar’ın tasarladıkları pavyonlar ve stantlar bir sergileme rejimi kurmak açısından öncü faaliyetler olarak görülmüş ve öne çıkarma teknikleri, kullanılan araçlar ve yerleştirmeleri dikkatle incelenmiş ve takip edilmiştir. Bu sayede ürün ya da nesne kadar sergilemenin de düşünülmesi gerektiği fikri üreticiler ve sanatçılarda yerleşmiş, düzenlenen fuar ve sergilerde sergi tasarımına özen gösterilmeye başlanmıştır.
Ekonomik tutumu tasarrufun oluşturduğu dönemde yerli malı ya da tutum meselesi belli ki bir haftadan, o haftaya yerleştirilmiş etkinliklerden fazlası olarak görülmüş ve belki de bu sayede birikim konusunda aşama kat edilmiştir. Kumbara ve sergiler işin daha görünen parçası olmakla birlikte, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nde yer alan birçok kurul eliyle tasarrufun teşvikine yönelik yüzlerce faaliyet yürütülmüştür. Örneğin vitrin yarışmaları yapılmış, vitrinini yerli mallarla en güzel şekilde süsleyen dükkanlar ödüllendirilmiş ya da başka bir örnek olarak kahvelerde bu cemiyetin hazırladığı plaklar çalınmıştır.[4] 1929 buhranı devleti böyle bir yola girmeye zorlamış ve buhranın az hasarla atlatılması bu yolun fena olmadığını göstermiştir.
[1] “İzmir İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi – 17 Şubat 1923” Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II. Yay. Haz.: Nimet Aslan, Sadi Borak, Utkan Kocatürk. (Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1961) s. 103-116.
[2] http://gazeteler.ankara.edu.tr/dergiler/67/1681/25360.pdf
[3] http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423932859.pdf
[4] age.