Walter Gropius 1919 yılında sanat ve zanaat ile güzel sanatlar akademilerini birleştirip gelecekte kuracakları ekolün anlayışını ilk anda yansıtarak Bauhaus isimli mimarlık ve tasarım okulunu ilan eder. Okulun öncelikle amacı sanat ve tasarımı bir araya getirmektir. Bugün sıklıkla bir arada kullanılan bu iki kavram birbirinden temelde üretilen nesnenin işlevsel olup olmaması üzerinden ayrışır. Meseleye biraz yakından bakalım: Sanat 18. yüzyılda estetiğin icadıyla birlikte zanaatten bağımsız ele alınmaya başlar. Bu tarihten önce sanatın özgür ve mekanik olarak sınıflandırıldığını söyleyebiliriz. Yani zanaat de sanat olarak idrak ediliyor ve üretiliyordu. Sanatın sınırının bu dönemlerde bir hayli geniş olduğunu söyleyebilir ve zanaatin de sanata içkin bir kategoriye karşılık geldiğini ifade edebiliriz. Ancak 18. yüzyılla birlikte sanat farklı bir anlam kazanmaya başlar. Burada sanatın ne olduğu sorusu gündeme gelir ve Immanuel Kant tarafından işlevden bağımsızlaşma olarak cevaplanır. Nedir bu işlevden bağımsızlaşma? Kant bunu dört form altında aktarır ancak bizim için bir tanesi yeterlidir, o da, ilgisiz ilgililiktir. Bir resmi alıp duvarınıza astığınızda, o resim sizin hayatınıza maddi olarak yarar sağlamaksızın size haz verir. Bu resmin başka hiçbir amacı yoktur ve bu açıdan işlevden özgürleşmiştir. Kant süs bitkileri örneğiyle demek istediğini açıklar ve süs bitkisinin bizim hayatımızı, penceremizi ya da duvarımızı güzelleştirmenin ötesinde bir anlamı olmadığı da açıktır. Bir çatal ne kadar hoşunuza giderse gitsin yemek yeme motivasyonuyla üretilmiş ya da o amaçla kullanılıyorsa bu Kant’a göre sanat olamaz. Kısacası bir nesne en başından kendi materyal değeri ve varlığıyla değil kullanım değeri üzerinden açıklanıyorsa o sanat olmaktan uzaklaşır. Zanaat böylece sanatın dışında bir kategori olarak değerlendirilir. Bauhaus bu ayrımı reddetmek ve silmek için sanatı ve tasarımı ya da zanaati bir araya getirmeye çalışır. Bu açıdan ekolün radikal bir fikir ve atılımla hareket ettiğinden bahsedilebilir.
Yapı Evi olarak tercüme edilen Bauhaus’ta el sanatlarından mimari ve güzel sanatlara kadar birçok alanda usta olarak nitelendirilen sanatçı ders vermiştir. Bir yanda tekstil atölyelerinde giysi, halı atölyelerinde goblen ya da kilim tasarlanıp üretilirken diğer yanda vitray ya da duvar resmi atölyeleri faaliyet yürütmüştür. Bu atölyelerin başında soyut sanatın en bilinen sanatçıları yer almıştır. Örneğin duvar resmi atölyesinden Vasiliy Kandinskiy sorumluyken vitray atölyesi Paul Klee tarafından yönetilmiştir.
Yukarıdaki ders programının merkezinde yapı ya da inşa diye çevrilen “BAU” sözcüğü göze çarpar. Walter Gropius mimariyi ve mimarı sanat ve zanaati birleştirmede bir müşterek zemin olarak görmekteydi. Bundan dolayı cam, tekstil ya da metal merkeze bağlı olarak gelişecek alanlar biçiminde değerlendirilmekteydi. Nitekim ders programından da anlaşılacağı üzere bu ekole göre mimari diğer formları (el sanatları ve güzel sanatlarını) bir araya getirebilecek bir kategori ya da bağlantıdır.
Form işlevi izler sözünü coşkuyla paylaşan akım işleve bu kadar anlam yüklemenin yanında, bir yapının, tasarımın güzel olmasını da bir arzu yaratmasını da önemser. Bir işleve sahip yapı ya da nesne zorunlu olarak çirkin ya da kaba olmak durumunda değildir. Örneğin bir ev sadece bir barınak olmaktan çıkarılmalı ve arzulanır, neşeli bir yer haline getirilmelidir. Bunun için işlevin bir adım ilerisine gitmek ve nesneyi sadece işleviyle değil obje olarak da tasarlamak gerekecektir. Bauhaus farkını burada gösterir; bir çay seti fonksiyonunu yerine getirirken aynı zamanda obje olarak arzulanır olabilir. Ya da bir koltuk aynı anlayışla üretilebilir.
Ancak Bauhaus sadece işlev ve yalın ya da güzel olandan ibaret değildir. Başka bir ifadeyle güzel sanatlar ile uygulamalı sanatlar arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaya çabalayan radikal bir okul da değildir sadece. Bauhaus, toplumsal yaşam tarzı, bireylerin ve toplulukların esenliğinin ifadesini bulacağı[1] bir çerçeve sunar. Bu ifade daima işlevden fazlasına tekabül eder.[2] İşlev ve ifade arasındaki ilişki örneğin kendini üslupta açığa vurabilir. Bir halkın yaşantısında, belli bir dönemdeki yaşantısında ifadesini bulan Bauhaus, akılcı ve zengin tasarım detayları, sadeliği ve göze hoş geleni tembihlemesiyle bugünün yaşantısında da söz sahibidir. Örneğin neredeyse bugün bir arzu nesnesi haline gelmiş Apple ürünlerinin yaslandığı ana fikir, markanın yaratıcısı Steve Jobs’un ifadesiyle Bauhaus felsefesine dayanır[3]. Bauhaus’un canlı fikirlerle 100 yaşında oluşu, bugünü etkileme kabiliyeti, geçmişte kalmadığına, uzun yıllar daha tasarımı ve sanatı etkileyeceğine kanıt sayılabilir.
[1] Jacques Ranciere, Aisthesis. Çev.: Ayşe Deniz Temiz. (İstanbul: MonoKL Yayınları, 2018) s. 191.
[2] Aynı.
[3] Pieter Steinz, Avrupayı Avrupa Yapan Değerler. Çev.: Kadir Türkmen. (İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım, 2018), s. 418-9.