II. Uluslararası Sanat Eğitimi Araştırmaları Sempozyumu’nda davetli konuşmacılardan İnci San, “Sanatlar Bilimselliğe Yaklaşırken” başlıklı bir çalışma sundu. Temel olarak, bugün sanatın verimli olabilmesi için bilgi, bilim ve teknolojiyi esas alması ve sanatın bilimden uzak bir etkinlik olmadığı dile getirildi. Ayrıca “connectome” adı verilen beyindeki ağ haritasının görselleştirilmesi meselesinin yaratıcı zekâya sahip olanlara uyarlandığı ve onların beyin yapısının ve haritada bıraktıkları izlerin anlaşılmaya gayret edildiği bir çalışma tanıtıldı.
Sanat ve bilimin şüphesiz uzun süreli bir ilişkisi vardır. Aristoteles bu ilişkiyi, birbirinden ayırmak ya da sınırlarına işaret etmek için bir çıkarımda bulunur. Ona göre sanatın ilkesi üretmeyle, biliminki var olanla, varlıkla ilgilidir.(1) Aristoteles’in belirlediği ilkeler bazı durumlarda yararlı olsa da temas noktalarının bu denli fazla olduğu bu iki alana kesin sınırlar belirlemek zordur ve bu zorluk sadece günümüzde değil geçmişte de geçerlidir. Örneğin bir teknik olarak perspektif özellikle Rönesans resmi ve mimarisinde önemli bir yere sahiptir ve bu noktada bilimi etkilediğinden de söz edilebilir.
Perspektif Rönesans dönemiyle birlikte bulunan değil, o dönemde yeniden hatırlanan ve kelime anlamı itibariyle Latincede “perspicere” (içinden görmek) fiilinden türetilmiş bir yöntemdir.(2) Bir illüzyona dayanır çünkü iki boyutlu yüzey üzerinde çizgilerin ufuk noktasında birleşmesiyle, çizilenin üç boyutlu olduğu ima edilir.
Gentile Bellini, Tebliğ, 1475. Museo Nacional Thyssen-Bornemisza, Madrid.
Rönesans’ta Roma ve Yunan dünyasından farklı olarak lineer perspektif kullanılmaktaydı ve çizimlerin görsel inandırıcılığı daha yüksekti. Perspektif ve gerçeklik hakkında yapılan (doğanın hizaya sokulması ve uyum içinde olduğu zannının yaratılması gibi) eleştirileri bir yana bırakıp, gözün diğer duyulara karşı ayrıcalıklı konum edindiği bu dönemde, sözü edilen yöntemin bilime olan etkisine odaklanırsak akla teleskop ve mikroskop gelecektir.
Paracelsus’un doğayı anlamak için, ona “kulak” kabartılması gerektiği metaforu Rönesans ardından terk edilir ve Francis Bacon’un, normal görüşten ötesini anıştırarak “göz”e diğer duyulardan daha fazla anlam yüklemesiyle gözün hegemonyası başlar.(3) Böylece doğanın anlamını verecek olan metinsel olmaktan görünür olmaya doğru zemin değiştirir. Mikroskop ve teleskop, gözün diğer duyulara karşı üstünlüğünün benimsendiği böyle bir dönemde icat edilir. Bilgiye bir mesafeden yaklaşmak, doğanın düzleminin ve sırlarının göze yardımcı olunması ve -aşırı yorumla- ek yapılmasıyla anlaşılır olacağını düşünmek Rönesans sonrası bilimle ivmelenir. Bu etkiyi yapan tek başına perspektif değildi şüphesiz ancak en çok yardımcı olan bu yöntemdi. Derinlemesine bakışla, içinden görmekle şeylerin özüne varılabileceği inancını taşımak perspektifin kendini güçlü şekilde temsil ettiği ve etkisine aldığı dünyayla kolaylaşır ve bu sayede gözün üstünlüğü daha bir güvenle kabul görür.
Başa dönersek, bilim ve sanat her zaman birbirini etkileme imkanına sahip iki alandır. Bazı durumda sanatlar, bazısında bilimler diğerine temas eder (eşzamanlı temas da mümkün tabii) ve bu ilişki diğerinin baskılandığı, ötekinin üstün sayıldığı bir durum içinde değerlendirilmez. Bu iki alanın temas ettikleri, karşılaştıkları neredeyse her durum ilginç hikayeler içerir. Bunlardan bir tanesini İnci San anlattı, başka birini ben anlatmaya çalıştıysam da ilginç oluşundan ciddi şüphe duymaktayım.
Sempozyumda sunulan bildirileri görmek için tıklayınız.
Mehmet Özgür Kızılkaya*
*BirKültür Eğitim Koordinatörü – egitimkoordinatoru@birkultur.com
1. Aristoteles, İkinci Çözümlemeler. Çev.: Ali Houshiary. (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2005), s. 76-77.
2. Kolektif, Tarih Boyunca Sanat. Çev.: Dilek Şendil, Süreyyya Evren. (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2015), s. 357.
3. Martin Jay, Deneyim Şarkıları. Çev.: Barış Engin Aksoy. (İstanbul: Metis Yayınları, 2012), s. 61-62.